Gülseren Onanç
“Biz akıllıyız ama siz bizden özgürsünüz” dedi Oksana. Yaptığımız keyifli sohbetimizde öğreniyorum aynı yıllarda Moskova’da yaşadığımızı. O bir Rus, uluslararası ilişkiler okumuş. Ben iş idaresi yüksek lisansı yapmış bir Türkiyeli. 1991-1994 yılları arasında Moskova’da yollarımız kesişmiş. Birbirimizden habersiz, yirmili yaşlarımızın heyecanı ile soğuk savaşın bitip dünyanın daha barışçıl bir yer olacağını, Perestroyka sonrası Sovyetler Birliği’nin demokrasiye geçebileceğini hayal etmişiz.
Üzerinden 30 yıl geçmiş, ikimiz de Floransa’da Avrupa Birliği Üniversitesi Enstitüsü’nde daha yaşanılır bir dünya hayalimizin peşinde birbirimizden ve buradaki müthiş birikimden öğrenmeye çalışıyoruz.
30 yılda değişen dünya, Rusya ve Türkiye
Aradaki 30 yılda Türkiye daha çok otoriterleşti, Rusya demokrasiye geçmeyi başaramadı. Dünya’da yeniden bir iki kutuplu bir dünyaya doğru gidiyor. Ülkeler içine kapanıyor. Batı ve ötekiler arasında tansiyon artıyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi bütün dengeleri altüst etti. Rusya’yı tek güç olarak yöneten, muhalefetin bütün aktörlerini yok eden veya pasifize eden Putin, bu Mart ayında yapılacak seçimlerde beşinci kez Rusya’nın başkanı olmaya hazırlanıyor.
Putin’in en görünür ve ısrarcı siyasi eleştirmeni ve ana muhalefet lideri Aleksey Navalni’nin bugün hapiste öldüğü duyuruldu. Navalni 47 yaşındaydı, 2021 yılında ülkesine mücadele etmek için geri döndüğünde tutuklanmış, 30 yıla mahkûm edilmişti. Herkes Putin’in başkanlığı süresince Navalni’nin özgür olmayacağını biliyordu.
Türkiye’de son 30 yılın nerdeyse tamamında Recep Tayyip Erdoğan’in izi var. 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı ile başlayan siyasi süreç, AKP’nin kurulması ve 22 yıldır iktidarda kalmak üzere demokratik cumhuriyetin kurumlarını birer birer ele geçiren Erdoğan’ın Putinleşmesine tanıklık ediyoruz.
Türkiye’nin direnen kadınları ve yüzde 50 muhalifi var
Bu hafta Floransa’da ve Roma’da iki etkinliğe katıldım.
Birincisi Avrupa Üniversitesi Enstitüsü’nün Transnational Governance (Ulus Ötesi Yönetişim ki bu kavram beni çok heyecanlandırıyor) okulunda bir günlük bir etkileşimli toplantı. “Demokratik İnovasyon Olarak Şiddet İçermeyen Hareketler” başlıklı bir toplantıda çoğu İtalyan ve Avrupalı, Hindistan, Nijerya ve Türkiye’den katılımcılar vardı. Beşiktaş Belediyesinde on yıl çalıştıktan sonra siyasetin kendini tekrar eden verimsiz dünyasından buradaki orta yaş kariyer liderleri programına kabul edilen Mine, Bilgi Üniversitesinden lisans aldıktan sonra buraya lisans üstü programına gelen Özüm, Hüsam ve ben toplam 4 kişi programın aktif katılımcılarıydık.
Aktif bireylerin temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak üzere şiddet içermeyen aksiyonlar ile sistemi değişime zorlamak olarak özetleyeceğimiz sivil itaatsizlik eylemlerinin demokrasinin içine girdiği çıkmazdan çıkarma potansiyeli olup olmadığını tartıştık.
Mine, barışçıl ve şiddet içermeyen bir protesto olan Gezi protestosunun nasıl engellendiğini, düşmanlaştırıldığını ve Osman Kavala ve diğer Gezi tutuklularının gibi cezalandırıldığını anlattı.
İspanyol Xabi yerel yönetimlerin kazanılma sürecinde aktörlerin nasıl örgütlendiği anlattı. İtalyan Sophia, uluslararası çevre hareketi olan Extinction Rebelllion’ın (Yok Oluş İsyanı) Bolonya biriminde çevre aktivisti. Bologna’da çevre yollarını kesmek, açlık grevleri yapmak gibi farklı sivil itaatsizlik eylemleri ile nasıl bölge yönetimlerine çevre politikalarını benimsemek için baskı uyguladıklarını anlattı. Uzunca bir süredir Küba’da yaşayan Carla Küba’daki baskıcı düzene karşı bisiklet turları düzenleyen, kadınlara tampon sağlayanların sessiz direnişini anlattı.
Siyasi mekanizmaların öldüğü, siyasete olan güvenin yok olmaya yüz tuttuğu bir süreçte, siyaset dışı sivil muhalefetin demokrasiler için ne kadar yaratıcı ve yaşamsal olduğunu örnekler ile daha iyi anladık.
Avrupa öldü mü?
Her ne kadar Küba’nın dinamizmine hayranlığını anlatan Carla, “Avrupa öldü” dese de, barışçıl yaratıcı eylemlerin başarıya ulaşması için hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir ortam gerekiyor. Demokrasi atlasına baktığımızda bazı ülkelerin eksikleri olsa bile hala Avrupa dünyanın en demokratik coğrafyası. Bu coğrafya en azından üniversitesinde sivil itaatsizliği canlandırıp demokrasiyi geliştirmenin yolları aranıyor.
Türkiye’de kadın hareketi demokrasiyi savunmak üzere mücadele ediyor
Türkiyeli kadınlar olarak bizler yaşamsal bir refleks olarak sivil itaatsizlik eylemleri düzenliyoruz yıllardır. Son on yıldır Türkiye’de yıllardır yasaklandığı ve polislerin tüm baskısına rağmen feminist kadın hareketi binlerce kadını 8 Mart Gece Yürüyüşleri için örgütleyebildi. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden çıkışının ardından Türkiye’nin her yerinde kadın aktivistler, avukatlar gösteriler düzenlediler, sosyal medya kampanyaları yaptılar, TBMM de etkinlikler düzenlediler. Gerici dindar zihniyetin dayattığı Medeni kanun değişikliklerine karşı çıkmak üzere mitingler, toplantılar organize ediyorlar.
Türkiye’den gelen bizler Türkiye’deki kadın hareketinin direncine bir kez hayran kalarak ayrıldık toplantıdan. Yirmi yıldır kadın hareketinde deneyimli bir aktivist olarak o gün şöyle düşündüm: Bu iktidar muhalif sesleri susturmaya çalışsa da, bizim gibiler marjinalize edilsek de bu süreç bizim yaratıcı direnme kapasitemizi geliştirdi.
“Türkler Ruslardan daha özgür”
Oksana “siz bizden özgürsünüz” derken tam da bunu söylemek istiyor. Rusya’da olmayan örgütlü muhalefet kültüründen dem vuruyor. Ülkesine gidemeyen bir Rus kadın olarak bizim hala muhalefet olarak direncimize, sokak protestolarımıza sivil direnişimize hayran olduğunu ve bunun Rusya’da olmadığını söylüyor. “Bu nedenle siz bizden daha özgürsünüz” diyor.
G7 ülkeleri Küresel Güney’de sorunların çözümünde kadınların rolünü tartışıyor
Bu hafta katıldığım diğer toplantı İtalyan Dış İşleri Bakanlığındaydı. Toplantı İtalya’nın G7 dönem başkanlığı kapsamında yapacaklarına katkı sunmak amacıyla iki sivil kuruluşun İtalyan Dış İşleri Bakanlığı ile iş birliği ile organize edilmişti. Toplantı başlığı, Küresel Güney’i (Gelişmekte olan ülkeler tanımlamasının yeni terminolojisi) sürece katılımı ve temel zorlukların çözümünde kadınların rolü.
Katılımcılar konuyla ilgili bürokratlar, büyükelçiler, merkez bankası temsilcisi, sivil toplum temsilcileri, şirket temsilcileri, uzmanlardı. Küresel Güney’den 2 kadın konuşmacı vardı biri Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsü iel birlikte 2015 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş Ouided Bouchamaoui. Diğer SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu Kurucusu olarak Türkiye’den bendim.
Bu toplantının da detaylarını bir sonraki yazımda yazacağım. Ama bir cümle ile özetlersem; demokrasinin ve gelişmişliğin anahtarı kadınların sivil toplum ve siyasete aktif katılımında yatıyor.
Floransa’dan memleketimde demokrasiyi savunan, bizi özgürleştiren, hakları içim direnen kadınlarına selam olsun!
Bu yazı, Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nun sitesinden alınmıştır.